29 Aralık 2015 Salı

Kırık Gramofon

                             
                           




     Arnavut kaldırımlı dar sokakta ağır adımlarla ilerliyordu, sicim gibi yağan yağmura aldırmadan. Kendini korumaktan aciz şemsiyesini, adeta ıslanmak için taşıyordu. Her yer kuru da o ve şemsiyesi ıslaktı sanki. "Ne garip bir gün" diye söylendi kendi kendine. Hem yağmura "rahmet yağıyor " derdi babannem diye düşündü." Gerçi bu yağmura nasıl rahmet demeli bilmem, bu Ağustos sıcağında, biraz olsa serinletir belki diye düşündüğümüz yağmur bile serinletmiyor artık bizi. Düştüğü yeri yakıp kavuruyor, kurutuyor adeta."  Bu düşüncelerle ilerlemeye devam etti.  Yürüdü, yürüdü , ne kadar yürüdüğünü bilmeden gücü yettiğince yürüdü. Bir ara :
-Eskiciiiii,eskiler alıyoooooooooor...
 narası ile tahta arabasını çeke çeke ilerleyen eskicinin sesi ile kendine geldi. 

" Ne zamandır yürüyorum, nereye gidecektim ben?"  diye sordu kendine.  Beyninin içinde tekrar tekrar yankılanıyordu bu sorular , milyonlarca insan vardı sanki kafasında ve aynı anda ona bu soruları soruyorlardı. Bu sese tahammül edemedi ve adeta ıslak kaldırımlara yığılıp kaldı. Düşünmekten vazgeçti, zaten sorularına bir cevap dahi bulamamıştı. Kafasını kaldırdı, o anda eskicinin arabasına kırık bir gramafonu koyduğunu, bir paket mandal ve bir plastik leğeni yaşlı bir teyzeye uzattığını gördü. "Teyze niye değiştin bu gramafonu bir paket mandala, niye verdin hatıralarını? Kolay mı şimdi hatırlamak yeni baştan herşeyi? Bu kadar ucuz mu hatıralar, bir ömrün müziği bu kadar değersiz mi  şimdi senin için? " soruları yankılandı beyninde. Gidip sormak istedi fakat cesaret edemedi. O böylesine düşünceler ile boğuşurken, yaşlı kadın gramafonunun ardından adeta vedalaşırcasına el sallıyor ve belli etmemeye çalışarak gözyaşlarını siliyordu. Mandalları ve leğeni kapının önünde bırakıp içeri girdi  gözleri yaşlı teyze.

      Kadın içeri girdikten sonra,  gayriihtiyari ayakları onu bu evin kapısının önüne kadar getirdi. Artık tek yapması gereken zili çalmak ve kafasındaki soruları sormaktı. Sıcaktan titreyen elleri ile çaldı zili.  İnsan sıcaktan da üşür müydü? İlk defa Ağustos ayında,  bu sıcak yağmurlu günde üşüyordu. 
     Az önceki ihtiyar kadın kapıyı açtı usulca, yılların izi yüzünde ayrı ayrı hatıralar bırakmıştı . Gülümsüyordu, "ne güzel gamzeleri var , yıllar tüm yüzünü nakış nakış dokumuşta adeta bir bu gamzelere dokunamamış sanki" diye geçirdi içinden. Yeşili elaya karışmış gözlerle bakan bu gamzeli sevimli teyze , buyur etti onu içeri. Adeta bir zaman tünelinden geçip,  salona ulaşmıştı.  1960 yılından beri değiştirilmemiş bir odaydı burası. Üzeri beyaz dantellerle örtülü , yeşil kadife koltuklara usulca oturdu.Bir müze ziyaretinde antika mobilyalardan birine oturyormuşcasına tedirgindi.

- Ihlamur demlemiştim, sıcakta iyi gider, getireyim mi sanada bir bardak ballı ıhlamur?   diye sordu yaşlı kadın. 
-Sıcakta ,ıhlamur? Ben limonata diye biliyordum ama...  diye mırıldandı. 
-Anlamadım evladım,  getireyim mi? diye tekrar sorunca onu kırmamak için: 
-Getir teyzem bu sıcakta ballı ıhlamur ne iyi gider. dedi.

Elinde ıhlamurlar ve birer dilim kek ile odaya girdi kadın, ıhlamuru ve kek tabağını uzattı, sonra tekli koltuğa oturdu ve  :

- İsmim Yasemin evladım, bana yaşlı kadın,teyze, ihtiyar falan diye hitap edip durma,   dedi ve anlatmaya başladı:
-Kırıktı artık, çalmıyordu, kaç taş plak hiç oldu onun yüzünden. Bende kızdım ona , elimde son Münir Nurettin Selçuk  -Mümkün mü unutmak-  var. Bizim rahmetli Vahap Bey ile şarkımız, hep dinlerdik, ilk tanıştığımız akşam çalıyordu. Hani şarkıda da söylüyor ya :

"Mümkün mü unutmak neydi o akşam?
Rüya gibi, hülya gibi birşeydi o akşam...."

her neyse , dedim bak bozma bu plağımı, özledim bizim beyi, gel dinleyelim güzelce. Kahrolmayasıca bozdu onu da . Tam o sırada geçiyor bu eskici, o kızgınlıkla verdim eskiciye. İşte bu bizim kırık gramafonun hikayesi evladım.

 -Öyle demek, bende neler geçirdim içimden Yasemin Teyze, gerçi sonra ağladığını gördüm ama, önyargı işte,  dedi bizim meçhul kahraman.
-Ağladığım o kadar belli oldu mu? Ben kızgınım ona görmesin istedim ağladığımı ama.. diye söylendi bizim sevimli ihtiyar.
 -Neyse, sizin de çok vaktinizi aldım  kalkayım artık ben,hem üzdüm de sizi,  dedi  meçhul kahraman. 
-Olur mu evladım ,ama senin sorularını cevaplamadık daha, " Ne işin vardı senin bu sokakta,nereye gidiyordun sen?" diye sordu.

"Sahi ne işi vardı? Çok sormuştu fakat bulamamıştı ki cevabı, bir meçhul kahramandı O."

-Bilmiyorum, bilemiyorum, cevap sanki beynimin derinlerinde, ben onu bulamıyorum. diyebildi sessizce.

Mütebessim çehresi hüzünle dolan Yasemin Teyze söze nasıl başlayacağını bilemiyordu.Birşeyler söylemek istiyor cümleler dudaklarında donup kalıyordu adeta. Kendini toparladı, yavaşça doğruldu , meçhul kahramana yaklaşarak:

-Ah İsmail ah, birkaç gün önce eşin geldi, 'Hep sizden bahsediyor Yasemin Hanım, sizden ve eşiniz Vahap Bey'den. Gittikçe geçmişe dönüyor, artık beni de tanımıyor, ara ara gelip gidiyor hafızası,bulamazsak kaçar gelirse size, bize haber verin olur mu?'  dedi. Şimdi seni böyle karşımda görünce daha iyi anladım eşinin anlattıklarını .-diyebildi sadece. 

Yasemin Teyze'nin sözleri ne kadar da karışık gelmişti ona , çok anlayamadı ancak bu ses, bu ses ne kadar da aşinaydı.Bu ıhlamur kokusu, bu tarçınlı kek. Siyah önlüklü bir çocuk canlandı gözünde, bu yeşil kadife koltuklar ve duvardaki resim. Kalın çerçeveli gözlükleriyle hep mütebessim Vahap Hoca.
Bir şimşek çaktı beyninde, ardından hızlı bir yağmur yine, herşeyi kuruturcasına yağan bir yağmur, tüm güzel günlerin üzerine yağıyordu. Ömrün güzel anıları yeşil tahtada ki beyaz tebeşirli ders notları gibi siliniyordu, sanki kendi elleri ile siliyordu bu güzel günleri. Vahap Hocası :
- İsmail hadi sil oğlum tahtayı-  ,demişti de o da sınıfta en hızlı tahtayı silen olabilmek için olanca hızı ile siliyordu tüm anılarını. 

Onu yine derin düşünceler içinde boğuşurken gören Yasemin Hanım ;

-Hiç üzülme İsmail, bu hayatın en güzel günlerindesin, çocukluk anılarınla veda etmekten daha güzel ne var ki ömrün nihayetinde , diyebildi sadece.

Bu sözden sonra odaya vuran ikindi Güneş'i kaybolmaya başladı, ömrünün Güneş'i batıyordu artık galiba, heryer karardı, sesler kesildi. Sorular cevaplandı, bilinmezler bilindi,derin bir huzur vaktiydi artık.

Gözlerini açtığında bir hastahane odasındaydı, bir kadın ve iki çocuk başucunda ağlıyordu. Uzaklardan kırık bir gramofondan bir taş plak sesi;

"Mümkün mü unutmak neydi o akşam?
Rüya gibi, hülya gibi birşeydi o akşam...."  diyordu.

"Üzülme İsmail dedi kendine, çocukluğun ile veda ediyorsun bu hayata, daha ne kadar güzel olabilirdi ki..."

Ve yine bir yağmur yağmaya başladı, bu kez tatlı bir serinlik kapladı heryeri.
         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...